• Ana Sayfa
  • Hakkımızda
    • Gelecek Eğitimde Platformu
    • Değerlerimiz
    • Etkinliklerimiz
    • Organizasyon
    • Kurumsal Destekleyenler
    • Stratejik Çözüm Ortakları
  • Eğitim.
  • Yenilik.
  • Gelecek.
  • Yazarlar
    • Gelecek Eğitimde
    • Mehmet Salih Uyan
    • Erdinç Aydoğan
    • Cüneyt Ali Mert
    • İrfan Özfatura
    • Şaban Yılmaz
  • Bize Ulaşın



  • Geleceğin eğitimde yön bulacağı bu çağda, geleceğin eğitimine katkı sağlamak için kurulmuş bir dernek olan GED eğitim için yapılan her çalışmada bulunmak ve katkı sağlamak üzere faaliyetlerine devam etmektedir.

    Eğitim. Yenilik. Gelecek.

  • Ana Sayfa
  • Hakkımızda
    • Gelecek Eğitimde Platformu
    • Değerlerimiz
    • Etkinliklerimiz
    • Organizasyon
    • Kurumsal Destekleyenler
    • Stratejik Çözüm Ortakları
  • Eğitim.
  • Yenilik.
  • Gelecek.
  • Yazarlar
    • Gelecek Eğitimde
    • Mehmet Salih Uyan
    • Erdinç Aydoğan
    • Cüneyt Ali Mert
    • İrfan Özfatura
    • Şaban Yılmaz
  • Bize Ulaşın
Yazar

Salih Uyan





Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Eğitimde Bir Adım Ötesi
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 7 Nisan 2019


Geçen hafta NUN Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından “Eğitimde İrade” temasıyla düzenlenen zirveye katıldım. Bir Beylikdüzü sakini olarak Beykoz’a gitme konusunda biraz tereddüt etmiştim açıkçası. Ama iyi ki de gitmişim. Çünkü;

-Eğitime gönül vermiş kişilerin arasında kendimi tazeledim.

-Uzaktan takip ettiğim bazı kişileri yakından inceledim.

-İyi bildiğimi sandığım irade kelimesini ilk kez heceledim.

Programda Millî Eğitim Bakanı’nın açılış konuşması yapacağı yazıyordu. Ama kastedilen meğer program değil, zihin açılışıymış. Çünkü bir saate yakın süren konuşma bir ders havasında geçti. Ardından yine ilham verici, zihin açıcı ve ruha dokunan konuşmalarıyla çok kıymetli kişileri dinledik ardı ardına.

Sabah oturumlarından sonra vakıf yöneticileri ve konuşmacılarla birlikte öğle yemeği yedik. Esra Albayrak burada kısa ama etkili bir konuşma yaptı. “Bu gayretlerimiz ve yorgunluklarımız, belki de gelecekte büyük işler başaracak tek bir çocuk içindir. Kim bilir?” dedi.

Daha önce aynı konuda farklı bir programa katılmıştım. Konuşmalarda soru işaretleri havada uçuşmuş, Türk İslam coğrafyasına pek uğramayan fikirler zihnimi bulandırmış, kullanılan akademik, mekanik ve donuk dil içimi sıkmıştı. Sözlüklerinde nefs kelimesi bulunmayan Batılı düşünürlerin devşirme fikirleriyle, irade kavramına uzaktan bakabilmiştik sadece.

Ama bu zirvede kendi alfabemizle barışık cümleler kuruldu. Konuşmacılar yanı başımızda gürül gürül akan kaynak dururken, uzaklardan medet ummadılar iradeyi anlatmak için. Meseleyi ele alırken cümleleri tüm dünyadan fikirleri ağırlıyor ama ayakları güçlü bir şekilde Anadolu toprağına basıyordu.

Programdan çıktığımda eğitime gönül vermek için bazı şeylere mola vermek gerektiğini hissettim güçlü bir şekilde.

Beykoz korusundan geçerken “İşini aşkla yapmalı insan” diye söylendim kendi kendime.

Kanlıca sahilinde, “Tek bir çocuk deyip geçme! Dünyanın seyrini değiştiren olaylar tek bir kişiyle başlamıştır!” diye mırıldandım.

Ve Boğaz’ın lacivert suları altın sarısı bir ikindiye hazırlanırken, gazete yazımı hazırlamak için eve doğru sürdüm arabayı…

ZİRVE NOTLARI

Ziya Selçuk

“Dünyada açlık ve obezitenin aynı anda yükseliyor olması, açıkça insanın ve insanlığın hizasının kaybolduğunu gösteriyor. Ne gariptir ki, insani, ekonomik veya siyasi krizlerin çoğu hep iyi eğitimli insanlar tarafından çıkarılıyor.”

“Eğitimde mutabakat sağlayamazsak nasıl anlaşabiliriz? Bir toplum çocuklarda buluşamıyorsa, nerede, nasıl buluşacak? Mutabakat için de sistemik değişim ve ortak dile ihtiyacımız var. Çünkü metodolojiden yoksun bir değişimde, bugünün çözümleri yarının sorunları olur.”

“Bir çocuğun hayatına dokunmak çok kritiktir. Bir çocuğa dokunmak aslında kâinata dokunmaktır.”

Recep Şentürk

“İrade, aklın nefsi kontrol edebilmesidir. İslamiyet’e göre ideal insan arzularını yok eden değil yönetebilen kişidir. Buna kalp siyaseti denir. Gerçek özgürlükse, aklını nefsine hâkim kılmaktır.”

“İbni Haldun’a göre hayvanlara verilen toplumsal düzen ilhamidir. İnsanlara verilen ise idaridir. Bu yüzden rehbere ihtiyaç vardır. Bu rehberse din ve akıldır.”

“Bazı inanışlara göre insan sadece beden ve zihinden ibarettir. İslam âlimleri ise insanı beden, zihin ve ruhtan ibaret görmüşlerdir. Batı bilimi maalesef bu çok katmanlı insan ontolojisine henüz ulaşamamıştır.”

Mehmet Teber

“Konforla birlikte toplumda psikolojik rahatsızlıklar da artıyor. Çünkü konformizm, psikolojik dayanıklılığımızı azaltıyor.”

“İradeyi geliştirmenin en iyi yolu insanın her gün kendisine zor gelen bir şeyi yapmasıdır. Sadaka verirken bile biraz canınızın acıması gerekiyor.”

“Ebeveynlik çocuğu mutlu etme sanatı değil, doğru olanı yapma sanatıdır.”

İskender Pala

“Fuzuli 1556 yılında 3 dilde, 6 ayrı disiplinde kitaplar yazdı. Ve şairdi. Şimdi bana onun şiirlerini yorumlamam için maaş ödüyorlar. Ama şöyle bir problem var; Fuzuli’nin kitaplarında kullandığı kelime sayısı ortalama 18 bin. Günümüzün insanları ortalama üç-beş bin kelime biliyor. Haydi ben Osmanlıca bildiğim için bu sayı yedi bin olsun. Ben şimdi 18 bin kelimelik bir şiiri yedi bin kelimeyle nasıl açıklayacağım?”


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Mutlu Çocuklar, Güçlü Türkiye
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 10 Mart 2019


Eğitimde 2023 vizyonu buluşması için Millî Eğitim Bakanının da katıldığı bir toplantıya gitmiştim. Binlerce kişinin doldurduğu salonun duvarında büyük harflerle şöyle yazıyordu;

“Mutlu Çocuklar, Güçlü Türkiye”

Eğitimde 2023 vizyonu için seçilen bu slogana bakarken, aklıma bir meslektaşımın yıllar önce bana söyledikleri geldi;

“Ben derse girince önce bütün öğrencilerimin gözlerinin içine bakarım. Herkesin iyi olduğundan emin olmadan asla derse başlamam!”

Duvardaki slogan ve aklımdan hiç gitmeyen bu cümleler bir araya gelince zihnime bir hikâye sızdı.

Akşam da oturup yazdım.

Köprü

Bütün gece ders planı üzerinde çalıştı Halil Hoca. Hafta sonu katıldığı atölye çalışmasında yaptıkları STEM projesini kendi sınıfına uygulayacaktı ertesi gün.

Henüz öğretmenliğinin ilk yılındaydı. Hiç boş durmuyor, okuyor, araştırıyor ve ideal bir öğretmen olma yolunda hızla ilerliyordu.

Ders planını büyük bir titizlikle tamamladı. 40 dakikayı dilimlere böldü, her dilimi boşluk kalmayacak şekilde doldurdu.

Sabah sınıfa girmeden önce zümre odasında materyalleri son bir kez kontrol etti. Her şey hazırdı. Kibrit çöpleri, pipetler, çubuk makarnalar, bant, ipler ve kumaş parçaları…

Öğrencileri önce dört gruba ayıracak, sonra da verdiği malzemelerle bir köprü yapmalarını isteyecekti. Bu köprü hem estetik olarak güzel olmalı hem de yanında getirdiği oyuncak araba ve kamyonları taşıyabilecek şekilde sağlam durmalıydı.

Çocuklar köprüleri yapmaya çalışırken, disiplinler arası etkileşim zirve yapacak, ekip ruhu oluşacak, kazanımlar da el ele verip coşacaktı.

Sınıfa girip önce dersin amacını ve yapacakları projeyi anlattı Halil Hoca. Sonra da gruplara ayrılmaları için sınıfa talimat verdi.

Sınıfta bir karmaşa oldu. Öğrenciler samimi olduğu arkadaşlarıyla bir araya gelerek gruplarını kurdular. Yaklaşık üç dakika sonra sınıf dörde ayrılmış gibiydi.

Hâlâ ayakta gezinen bir tek Kerem vardı.

Halil Hoca, “Oğlum, sen de gir artık bir gruba, başlıyoruz!” diye bağırdı.

Kerem tedirgin bir şekilde sınıf arkadaşlarına baktı. Ama kimseyle göz göze gelemedi.

Bu arada Halil Hoca ilk üç gruba uğrayıp materyalleri dağıttı. Dördüncü gruba doğru yürürken yine Kerem’i gördü. Sınıfın ortasında ayakta dikiliyordu.

“Oğlum niye hâlâ bostan korkuluğu gibi dikiliyorsun? Geç artık bir yere!”

Kerem hiçbir gruba giremediğini söyleyemedi. Tedirgin bir şekilde kızların olduğu gruba en yakın masaya oturup onların grubundaymış gibi kafasını ileri doğru uzattı.

Kızlar dönüp Kerem’e baktılar. Diğer gruplardan birkaç kişi kıkırdadı.

Bu arada herkes verilen talimatlara uygun olarak köprüleri yapmaya girişti. Halil Hoca, sınıf büyük bir heyecan ve neşeyle çalışırken, aralarda gezip gururla öğrencilerini seyretti.

Köprüler yapıldı. Kimisi kamyonları taşıyamayıp yıkıldı. Kimisi dimdik ayakta durdu. Halil Hoca son kontrolleri yaptıktan sonra iki grubun kazandığını söyledi ve onları tahtaya davet etti.

Köprüsü ayakta olan gruplardan bir tanesi de sol arka köşedeki kızların grubuydu. Kızlar neşeyle bağrışarak tahtaya çıktılar. Kerem de ayağa kalkar gibi oldu ama sonra vazgeçip yerine oturdu.

Halil Hoca köprüleri ayakta duran iki grubun üyelerini tebrik etti.

Ders zili çaldığında da çatırdayarak yıkılan bir köprünün sesini duyamadan sınıftan çıktı.

Sıralar arasında tedirgin bir şekilde dolaşan o kırık kalbin, bütün kazanımları yerle bir edecek kadar tahripkâr olabileceğinden habersiz zümre odasına doğru yürüdü…


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Türkiye ve Finlandiya Eğitim Sistemleri Arasındaki 15 Fark
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 6 Mart 2019


Üç yıl önce Londra’da Finlandiyalı birkaç öğretmenle akşam yemeği yemiştik. Onlar buzu kırıp nasıl banyo yaptıklarını falan anlatırken, ben konuyu her Türk gibi zorla eğitime getirdim.

“Nasıl yapıyorsunuz da PISA sınavlarında böyle başarılı oluyorsunuz?” türünden sorular sordum. Onlar anlattı ben şaşırdım, ben anlattım onlar şaşırdı.

Zaten bildiğim şeylerdi gerçi ama ilk ağızdan duyunca daha etkili oluyor. İlkokulda ödevin yasak olduğunu, günde ortalama 4 saat ders olduğunu, sınav diye bir şeyin olmadığını falan dinlerken hep şaşırdım. Onlar da etütleri, birebir dersleri, hafta sonu kurslarını, yazılı yoklama sistemini falan dinlerken şaşırdılar.

İşte böyle şaşkın şaşkın sohbet edip yemek yedik ve ayrıldık.

Ülkemizdeki eğitim sistemini tartışırken Finlandiya’dan ve PISA sınavlarından bahsetmek artık “Japonlar yapmış abi” kıvamına gelmiş durumda.

Ama ne kadar klişe olursa olsun, gerçekler değişmiyor.

Şu anda dünyada çoğu ülke eğitimden bahsedilirken dönüp hala Finlandiya’ya bakıyor.

Biz eğitimin şekliyle, süresiyle falan acayip samimi olmuş durumdayız ama henüz ruhuyla tanışamadık. Bu yüzden uzun yıllar eğitim sohbetlerinde Finlandiya örneğini cümle içinde kullanmaya devam edeceğiz.

Şimdi lütfen “Sıktı artık bu Finlandiya muhabbeti,” demeyin ve aşağıdaki bilgileri bir kez daha okuyun.

Finlandiya & Türkiye eğitim sistemleri arasındaki 15 fark

1- Biz okula başlama yaşını altı bezli döneme çekmeye çalışıyoruz. Finlandiya’da ise zorunlu okula başlama yaşı 7.


2- Türkiye’de çocuklar birkaç sokak ötedeki okullarına bile mutlaka servisle gidiyor. Finlandiya’da ise çocuklar birinci sınıftan itibaren okula yürüyerek veya bisikletle gidiyorlar. Özel durumlar haricinde çocuklar okula aileleri tarafından götürülmüyor.
Okula giderken servis kullanma
3- Bizde müfredat ve ders kitapları eğitimin baş aktörleri olarak biliniyor. Eğitim kalitesindeki zayıflık genelde bu ikisinin suçu olarak görülüyor. Ama Finlandiya’da çok basit bir müfredat var ve pek değişmiyor. Öğretmenler okutulacak kitapları kendileri seçiyorlar ama yine de ortalıkta pek ders kitabı gözükmüyor. Yani Fin eğitim sisteminde ders kitapları bırakın aktör olmayı, figüran bile değil. Figüranların başrol oynadığı ülkemiz eğitim sisteminden gişe hasılatı beklemek bu yüzden bir hayal.
Ders Kitapları
4- Türkiye’de birinci sınıf öğrencilerinin velileri “Bizim çocuk bugün Matematikten 90 aldı,” diye gururla gezebiliyor. Resmiyette not verilmiyor olsa bile öğretmenler sağ olsunlar kendi inisiyatiflerini kullanarak büyük bir özveriyle testler hazırlıyor ve çocukları sınav dolu bir geleceğe hazırlıyorlar. Ama Finli öğrencilere okulun ilk altı yılında asla not verilmiyor. Buradaki öğrenciler ilk olarak 16 yaşına geldiklerinde ülke genelinde bir sınava giriyorlar.
Sınav Sonucu
5- Türkiye’de öğrencilere çöp attırsanız ertesi gün muhtemelen velileri okulu basıp olay çıkarır. Ama Finlandiya’da öğrenciler okulun tüm işlerini nöbetleşe sistemde birlikte yapıyorlar. Yani Fin okullarında hizmetli yok, tüm işler öğrenciler tarafından yapılıyor. Böylece sorumluluk duyguları gelişiyor.

6- Finlandiya’daki okullar öğrencilerin rahat edebileceği şekilde tasarlanıyor. Sınıflarda yaparak-yaşayarak öğrenme modeline uygun alanlar mevcut. Binaların fiziksel özellikleri öğrencilerin evdeymiş gibi rahat etmelerini sağlayacak şekilde düşünülüyor. Türkiye’de ise her şeye hazır olan öğrenciler yıllardır komutla rahatlıyor. “Beni rahatta dinleyin” diye bağıran müdürün karşısında ne kadar rahat olunursa tabi…
Sınıf Düzeni
7- Türkiye’deki özel okullarda ders saati 8. Ama yetmediği için okul çıkışında etütler, hafta sonu kursları ve özel derslerle bu sayı günde 12-14 bandını yakalıyor. Finlandiya’da ise günlük ortalama ders saati 4. Dünya eğitim ligindeki sıralamamıza baktığımızda, nitelik ve nicelik kavramlarının ne kadar önemli olduğu gün yüzüne çıkıyor.
6
8- Türkiye’de bütün öğretmenler kendilerini mesleğin zirvesinde görüyor. Sınav sonuçları kötü geldiğinde genelde öğrenme güçlüğünden bahsediliyor. Öğretme güçlüğü çeken öğretmenlerin durumu hep sümen altı ediliyor. Bu yüzden mesleki gelişimle ilgili düzenli bir çalışma yok. Finli öğretmenler ise haftada en az 2 saat hizmet içi eğitime katılmak zorunda.

9- Türkiye’de, “Hiçbir şey olamazsa, bari öğretmen olsun,” mantığı devam ediyor. Ama Finlandiya’da öğretmenlik mesleği toplumun en gözde mesleklerinden bir tanesi! Öğretmenler master derecesi olanlar arasından seçiliyor. Lise mezunları arasında öğretmenlik için müracaat edenlerin ancak yüzde onu öğretmen yetiştirme programına kabul ediliyor.
Öğretmenlik Mesleğinin Saygınlığı
10- Ülkemizde öğretmen olabilmek için sınavdan geçer puan almak yeterli. Finlandiya’da ise öğretmen olabilmek için üç aşamalı bir testten geçmek zorundasınız. Bu aşamalar arasında mülakat, ders anlatma gibi bölümler de var. Ülkemizde heykeltıraş olmak isteyenlere bile özel yetenek sınavı uygulanırken, etten kemikten gerçek insanı şekillendirecek olan öğretmenlerin çoktan seçmeli sorularla mesleğe kabul edilmesi kabul edilebilir bir şey değil.
Öğretmen Atama Heyacanı
11- Finlandiya’da öğretmenlerin gelir düzeyi oldukça iyi. Kendi mesleği haricinde bir iş yaparak ek gelir elde etmeye çalışan öğretmen yok denecek kadar az. Bizde de ek gelir için bir şeyler yapmayan öğretmen yok denecek kadar az. Çünkü aldıkları maaş faturalara bile yetmiyor. Öğretmenlerin fatura ödemek için başka şeylerle uğraşması neticesinde oluşan durumun faturasını da bütün millet ödüyor.
Öğretmen Ek İş yapıyor
12- Türkiye’de en başarılı öğretmen en çok ödev verendir anlayışı hala devam ediyor. Ama Finlandiya’da öğrencilere ödev verilmiyor. Öğrenmenin yeri okul olarak görülüyor. Bu yüzden Finlandiya’da akşamları çocuğunun proje ödevi için kartona boncuk dizen veli yok.
Ev Ödevi
13- Finlandiya’da hiçbir babayiğit resim dersinden öğrenci alıp matematik çalıştıramıyor. Bizdeyse öğrenciler matematik dersinde sıkılıp defterlerine resim yapıyor. Sonra matematik öğretmeni çocuğu resim dersinde yakalayıp matematik çalıştırmaya götürüyor. Döngü bu kadar kısırken, sistemin üretken bireyler yetiştirmesini beklemek tabi biraz zor oluyor.
Ögretmen diger derse ogrenci aliyor
14- Bizim sınıflarımızda eğer bütün öğrenciler yerlerinde oturuyor ve ses çıkmıyorsa, o sınıfın öğretmeni övgü alıyor. Ama Finlandiya’da durum tam tersi… Eğer bir sınıftan hiç ses çıkmıyorsa, öğrenciler sıralarında oturuyor ve hiç kalkmıyorlarsa o öğretmen soruşturmaya alınıyor. Çünkü Fin eğitim sisteminde ders anlatan bir öğretmen yok. Hep birlikte etkinlik yapan sınıflar var. Bu yüzden Fin okullarındaki sınıflarda, “Ayakta gezinme evladım, otur yerine,” sözü pek duyulmuyor.
Öğrenciler Ayakta
15- Finlandiya’daki okulların kantinlerinde su, süt ve meyveden başka hiçbir şey yok. Bizdeyse işin suyu çıkmış durumda. Her teneffüs fıstıklı çikolata yiyen çocukları 8 saat sırada oturtmaya çalışmak öğretmenler için büyük imtihan! Belki de bu yüzden teneffüste sınıflardan hızlı boşalma rekoru bizde.
Okul Kantin
Şimdilik bu kadar… Biraz moral bozucu oldu ama ne yapalım?

Bir yazımda da inşallah Fin hamamıyla Türk hamamını karşılaştıran bir yazı yazacağım.

O yazıda morallerimiz biraz tazelenir diye ümit ediyorum.


Devamını Oku
4




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Bir film, iki çocuk, üç soru
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 5 Mart 2019


Bir arkadaşım 9 ve 13 yaşlarında olan iki çocuğunu sinemaya götürmek istemiş. Afişlerin önünde biraz oyalandıktan sonra, çocuklar eğlenceli ve komik gözüken bir filmi seçmişler. Arkadaş da bir sürprizle karşılaşmamak için internetten filmin hangi yaşa uygun olduğuna bakmış.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan filmle ilgili değerlendirme ve sınıflandırma işaretleri aşağıdaki gibiymiş;

7+: 7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir.

13A: 13 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir.

Bu iki kriteri görünce hemen bilet alıp salona girmişler. Ama daha ilk sahneden itibaren sinkaflı küfürler gırla gitmiş. Espriler de bir türlü belin üzerine çıkmayınca, on dakika sonra apar topar filmden çıkmak zorunda kalmışlar. İşin kötü yanı salonu dolduran seyircilerin yarısı çocuk, diğer yarısı da çocukların aileleriymiş.

Filmden çıkınca arkadaş “Acaba yanlış mı gördüm?” diye tekrar internete bakmış. Yaşla ilgili gördükleri doğruymuş. Ama altta iki uyarı daha varmış.

– Cinsellik unsurları içerir

– Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir

Biz bu dört uyarının aynı film için nasıl bir araya geldiğini anlayamadık doğrusu.

Veya şöyle söyleyelim…

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Haftalardır patlamış mısır kriziyle uğraşan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinden, bu konu da patlamadan aşağıdaki sorulara cevap bekliyoruz. Çünkü biz cevapları bulamadık.

1- Film cinsellik unsurları içeriyor ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlarla doluysa, nasıl oluyor da 7 yaş ve üzerine uygundur kararı veriliyor?

2- Sürekli küfredilen ve müstehcen sahnelerle dolu bir film için, “13 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir” uyarısı ne alaka? Yani uygun olmayan bir sahne çıktığında anne çocuğun gözünü, baba da kulağını mı kapatacak?

3- Bu filmin başrolünde bir Youtube fenomeni var. Youtube fenomenlerini seyreden kitlenin yaş ortalaması da genelde 10-16 arası. Yani bu film 15 yaş ve üstü için uygun denseydi, seyircisiz kalabilirdi. Bu durumda başrolünde Youtuber olan filmlere farklı bir tarife uygulanıyor olabilir mi?

Araç-amaç olayı

Günümüzde başarı ve mutluluk arayışları amaçlar değil araçlar üzerinden ilerliyor. Hâlbuki mutluluk veya başarı kullandığımız araçla değil, amaç ve eylemle ilgilidir.
Mesela otomobil kişiyi bir yerden başka bir yere götürmek için tasarlanmış bir araçtır. Ama burada iyi anlaşılması gereken bir şey var; insanı mutlu eden veya hedefine ulaştıran araba değil, gitmektir.

Okullarda akıllı tahtaların çoğalması, tablet uygulamalarının gelişmesi de benzer şekilde doğrudan eğitim kalitesine etki etmez. Eğitim kalitesini belirleyen şey amaç, yöntem ve ruhtur.
Picasso’nun başarısı tuval ve boyadan, Dostoyevski’nin başarısı da kalem ve kâğıttan bağımsızdır. Hayal gücü gelişmemiş bir insan, en gelişmiş araç ve materyalleri bile kullansa ortaya koyduğu ürünün kalitesini artıramaz.

Hayalleri ve ideali olan öğretmen bir kara tahta, birkaç parça tebeşirle çocukların dünyasında devrim yapar. Ama en gelişmiş teknolojileri ve araçları da kullansa, ruhu ölmüş bir öğretmen sadece mesai yapar.

2023 eğitim vizyon belgesinde bu konuyla ilgili çok güçlü bir cümle var;

“İnsanı araçlarda zengin, amaçlarda yoksul kılan bir bakış açısına söyleyecek sözümüz ve verecek daha derin cevaplarımız olmalıdır.”

Bu bakış açısına en derin cevap 900 sene önce İmamı Gazali hazretleri tarafından zaten verilmiş;

“Ey insan! Senin benliğinin hakikati, nasıl bu beden olur? Düşünürsen bilirsin ki, bugünkü vücudunun hücreleri, çocukluk zamanındaki hücreler değildir. Onların hepsi zamanla ortadan kalkmış, alınan gıdalardan yerlerine yenileri gelmiştir. O hâlde beden aynı durumda kalmıyor, hâlbuki sen hep aynısın. Bu sebepten senin benliğin bedeninle değildir. Beden yok olursa olsun, sen her zamanki gibi zâtınla yaşarsın.”

Bence yazıyı bitirelim!


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Gelecek.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider  / Yenilik.
Eğitimle ilgili 8 teklif
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 7 Şubat 2019


1- Çocukların okula başlama yaşı 7 olsun.

Çocuklar daha karakter eğitimleri tamamlanmadan okula başlıyorlar. Acaba okula başlama yaşını geriye çekmek eğitim ihtiyacından mı kaynaklanıyor? Yoksa çalışan anne babaların baskısından mı? Çocuk 7 yaşına kadar evinde oyun oynasa ve sonra okula başlasa daha iyi olmaz mı?

2- Dersler 9.30’da başlayıp 14.30’da bitsin.

Birçok bilim adamına göre sabah uykusu çok önemliyken, 6 yaşındaki çocuğu sabahın 7’sinde yataktan kazımaya çalışmak ne kadar mantıklı? Bir çocuğun anne babasıyla aynı saatlerde mesai yapması da bence hiç normal değil. Çocuk dediğin öğleden sonra evde olur. Hem çocukluğun en güzel hatıraları, evde ikindi vakitlerinde yaşanır.

3- Dersler 75 dakika olsun.

Hem etkinlik tabanlı dersler yapalım istiyoruz hem de 30-40 dakikada bir ara veriyoruz. Derse giriş, öğrencilerin motivasyonu, materyallerin hazırlanması, konunun sunumu, etkinliğin yapılması ve değerlendirme bölümleri 40 dakikaya sığmıyor. Tam yüksek konsantrasyon sağlanmışken zil çalıveriyor.

4- Teneffüsler en az 20 dakika olsun.

Koşarak bahçeye çıkan çocukların, daha topa dokunamadan çalan zille geri sınıfa koşması ancak suni teneffüs olabilir. Zaten birçok çocuk “Boşuna koşturmayayım, zaten hiçbir şey yapamayacağım” diye gün boyu sınıfta oturuyor. 8 saat aynı sırada oturan bir çocuktan nasıl bir performans bekleyebiliriz?

5- İlk beş yıl bütün derslere aynı öğretmen girsin.

Bir sınıfa 10 farklı öğretmenin girmesi bir zenginlik gibi görülüyor. Ama çocuklar açısından da öyle mi acaba? Sınıf öğretmenleri resim, müzik, beden eğitimi gibi dersler için eğitim almıyorlar mı? Alıyorlar. Öyleyse çocukları en iyi tanıyan kişi versin bütün dersleri. Veli toplantılarında da anne babalar bir odadan diğerine koşturarak helak olmasın.

6- Sınıf öğretmenleriyle 4 yıllık sözleşme yapılsın.

Bir sınıf öğretmeninin ikinci yılında okuldan herhangi bir sebeple ayrılması belki de eğitimin en büyük problemi. Çocuklar alışıyor, veliler tanışıyor ama birden öğretmen duygusal sebeplerle başka bir okula gidiyor. Bu arada olan çocukların duygularına oluyor. Biz atalım imzayı dört yıllığına, şiddetli geçimsizlik olursa hâkim tarafları dinleyip duruma göre karar versin.

7- Üniversitede öğretmenlik bölümünü tercih edenlere mülakat ve özel yetenek sınavları uygulansın.

Taşı yontmak için heykeltıraşlara bile özel yetenek sınavı uygulanırken, insanı şekillendirecek olan öğretmenlere niçin böyle bir sınav yapılmaz? Eğer yapılan değerlendirmelerde öğretmen adayının sabırsız, hoşgörüsüz, çocuk sevmeyen ve öfke kontrolünde sıkıntı yaşadığı tespit edilirse, kabul edilmesin.

8- Liseye kadar ortak yapılan deneme sınavları yasaklansın.

Çalıştığınız iş yerinde performansa göre her ay bir liste asılsa ve sizin isminiz en altta olsa ne hissederdiniz? Sizi bilmem ama dördüncü sınıfa giden bir çocuk, ayda bir okul koridoruna asılan sınav sonuçları listesinde adını en altlarda görünce kendisini çok kötü hissediyor. Bu uygulamanın, okulda belirli periyotlarda öğrencinin adını vererek “Sen başarısızsın ve hiçbir işe yaramazsın!” anonsu yapmaktan ne farkı var? Deneme sınavları yerine kazanım odaklı değerlendirme sınavları yapılsın ve öğretmen bireysel geri bildirimlerle süreci takip etsin.

Not: Kendi fikirlerimmiş gibi sunduğum bu maddeler Finlandiya eğitim modelinden alınmıştır.


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Şu tableti yasaklasak da mı saklasak!
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 22 Ocak 2019


Sömestir tatili yaklaşırken, anne babaları tatil endişesi sardı. Çünkü tatillerde evdeki tablet savaşları kızışıyor. Okul zamanı uygulanan kurallar esnerken, ebeveynler gerim gerim geriliyor.
Maalesef tablet ve diğer akıllı cihazlar, tatil dönemlerinde birçok evde mesai mefhumu gözetmeden çalışıyor.
Okul ve tatil zamanlarında uygulanan kurallar arasında elbette bir fark olabilir. Ama okullar tatile girince çocukların zıvanadan çıkması hoş bir durum değil.
Bu durum dört ay diyet yapıp on kilo veren bir kişinin, iki hafta çılgınlar gibi yiyerek verdiği bütün kiloları geri almasına benziyor.
O yüzden karne için geri sayımın başladığı bugünlerde çocuklarınızla oturup ekran mesai saatlerini düzenleyin.
Ve iki haftalık tatilin çocuğunuzun bütün dengesini altüst etmesine izin vermeyin!

Tableti iyi emellere alet etmek

Tatilde tablet kullanım şartlarını karne notlarına göre düzenlemek de hiç iyi bir fikir değil. Çünkü çocuğunuzun notlarının, tatilde ekran karşısında geçireceği saatlerle hiçbir alakası yok!
Ödül ve ceza sisteminin çocuk eğitiminde bir yeri var elbette. Ama birçok anne baba bu sistemi yanlış uyguluyor.
Şöyle ki;
Çocukların tablete çok düşkün olduğunu fark edince, ödül ve ceza sistemimizin tam merkezine tableti yerleştiriyoruz.
Çocuk sınavdan yüksek puan alıyor, ödül olarak o gün tabletle oynama süresini iki katına çıkarıyoruz. Veya tam tersi, çocuk yatağını toplamıyor, üç gün tableti veya telefonu yasaklıyoruz.
Ama bu zihniyetle attığımız her adım, akıllı cihazları çocukların gözünde daha değerli bir hâle getiriyor. Çok ilgisi olmayan çocuklar bile, bizim yüzümüzden bir süre sonra tablet müptelası hâline geliyor.

Peki ne yapmak lazım?

Cevap oldukça basit. Ödül verirken de ceza verirken de konudan ayrılmamak lazım.
Yani ödül veya ceza gerektiren davranış hangi alandaysa, o alanda kalmak gerekir. Çünkü ceza olarak tarif ettiğimiz durum aslında yapılan yanlış bir davranış sonucunda bedel ödemektir.
Eğer çocuk, hatalarının bir bedeli olduğunu öğrenirse, daha dikkatli olacaktır. Ama yanlış yapılan konudan bağımsız bir şekilde cezalandırıldığını düşünürse, yanlış davranışlarına devam eder.
“Eğer yemeğini yemezsen tabletle oynayamazsın!” dediğiniz bir çocuk için yemek yememek artık bir seçenek hâline gelir. İçinden, “Bu akşam da tabet oynamayıveririm” diye düşünerek yemeğini de yemez.
Ve tabletin hayatın her alanında etkisi olan çok değerli bir şey olduğunu düşünür.
Bu durumda yapılması gereken şey, “Eğer yemeğini şimdi yemezsen, yatana kadar başka bir şey yiyemezsin” deyip sofradan kaldırmak olmalıdır. Gece boyunca aç gezen çocuk sonraki gün bunu hatırlayıp sofrada daha temkinli olacaktır.
Eğer çocuğunuz tablette sizin izin vermediğiniz bazı uygulamalar indirdiyse, tableti üç gün kullanamayacağını söyleyebilirsiniz. Bu gayet normal.
Ama sınıfta bir arkadaşına kötü davrandıysa, tablet yasaklanmaz. Çünkü iki konunun birbiriyle alakası yok.
Böyle yaparsanız davranışı değil, çocuğu cezalandırmış olursunuz.
Doğalgaz faturasını ödemeyen kişinin gazı kesilir. Trafik kurallarını üst üste ihlal eden kişinin de ehliyetine el konur.
Eğer içkili araba kullanan bir adamın doğalgazını keserseniz gayet saçma olur.
Ödül için de aynı durum geçerli. Karnesi çok iyi olan bir çocuğa hediye alınabilir. Ama ders başarısından dolayı çocuğa Telekom şirketleri gibi bedava tablet dakikası verilmez.
Bu davranış biçimi, çocuklarımızın tablet aşkını alevlendirmekten başka bir işe yaramaz.

Ayna

Son olarak bir hatırlatma yapalım. Eğer siz ebeveyn olarak ekrana yapışık bir hâlde yaşıyorsanız, yukarıda yazılanların hiçbir önemi kalmıyor.
Sağ eliyle çocuğun başını okşayıp sol eliyle mail yazan babalar, çocuğu ödev yaparken şeker patlatan annelere sesleniyorum!
Eğer akşam yemeğinde salata tabağının yanında cep telefonunuz duruyorsa, araba sürerken mesaj atıyorsanız veya internet başındayken size okul maceralarını anlatan çocuğunuzu kovalıyorsanız yapacak pek bir şey yok.
Lütfen çocuğunuza kızmayın!
Onlar sadece dünyada en çok sevdikleri iki insanı taklit etmeye çalışıyorlar.

 

Kaynak: turkiyegazetesi.com.tr


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Değerlendirme sistemlerini değerlendirmek
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 19 Aralık 2018


Türkiye Gazetesi Yazarı Salih Uyan’ın 06.02.2018 tarihli köşe yazısıdır.

Geçen hafta Türkiye Özel Okullar Derneği tarafından Antalya’da düzenlenen eğitim sempozyumuna katıldım. Konu Türkiye’de ve dünyada değerlendirme sistemleriydi. Dernek başkanı Sayın Nurullah Dal başta olmak üzere bu müthiş organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Aslında bu yazımda sempozyum notlarımı yazıp, aralara kendi yorumlarımı eklemeyi düşünüyordum.

Bunun için otel lobisinde bir kahve alıp önce Ziya Selçuk Hocanın notlarını bilgisayara aktardım. Sonra da aralara konuyla ilgili birkaç cümle ekledim.

Fakat eklediğim cümleler ekrandan bana bakıp, “Sil bizi hocam. Yazının lezzetini bozuyoruz” diye fısıldadılar.

Biraz direndim ama sonunda hepsini sildim.

Ve ortaya harika bir yazı çıktı.

ZİYA SELÇUK HOCADAN ZİHİN AÇICI NOTLAR

  • İleride robotlardan dolayı çocuklarımız iş hayatına atılamayacaklar. İşten atılacaklar. O yüzden okullar robotların beceremeyeceği alanlara, yani temel insani özelliklerin geliştirilmesine yoğunlaşmalı.
  • Eskiden şekeri sadece zenginler yermiş. Bu yüzden bazı insanlar ne kadar zengin olduklarını göstermek için dişlerini çürütürlermiş. Çürütemezlerse de siyaha boyarlarmış. Biz de bugün ne kadar başarılı olduğumuzu göstermek için çocuklarımızı çürütüyoruz.
  • Karnenin sol tarafı talim, sağ tarafı terbiyedir. Sol tarafa yazılacak notlar için kurulan sistemleri, altyapıyı ve bürokrasiyi düşünün. Bir de sağ tarafı öğretmenlerin ne şekilde doldurduğunu düşünün. Sonra da terbiyeli çocuklar yetiştirme konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu…
  • Eğitim emzirmektir. Yani şefkat, temas ve paylaşım olmadan eğitim olmaz. Şefkatsiz bir emzirme düşünebilir misiniz?
  • Doktorun elinde bir ilaç varsa, ona uygun bir hastalık bulur. Ölçme değerlendirme sistemlerini bir de bu açıdan değerlendirmek lazım. Sayılara işkence yaparsanız, size istediğinizi vereceklerdir.
  • Ortalamadan hızlı olmak, ortalamadan zeki olmak anlamına gelmez. Çocuklar sınavlarda bir veya iki dakikalık sürelerle puan kaybediyorlar. Ama gerçek hayatta öyle problemler var ki, bir ömür sürüyor. Birkaç dakika süren problemlere de genelde ihtiyaç molası deniyor.
  • 21. yüzyıl becerilerinden hangisi Da Vinci veya Mimar Sinan’da yoktu? Mesela İşbirlikçi Problem Çözme becerisinin boyutlarından bir tanesi de şu; “Öğrenci ne zaman dinlemek ne zaman konuşmak gerektiğini bilir.” Peki 13. yüzyılda yaşayan Sadi Şirazi ne demiş; “İnsan ruhunu iki şey karartır. Susulacak yerde konuşmak, konuşulacak yerde susmak.” 800 sene sonra daha tatsız tuzsuz bir cümleyle karşımıza çıkan bu beceri gerçekten 21. yüzyıla ait mi?
  • Eğitim ihraç edilebilir ama ithal edilemez. Kes yapıştır bir sistemle medeniyet tasavvuru mümkün değildir.
  • Bir kere başarısız olmak her şeyin sonu değildir. Ehliyetinizde kaçıncı seferde aldığınız yazıyor mu?
  • Bazı öğretmenler iklim oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve kıymetlendirilmeli.
  • Öğretmen şahsiyetli olmalı. Çünkü şahsiyeti şahsiyet bina eder.

LİSEYE GİRİŞTE EN NET 3 MADDE

Ölçme ve Değerlendirme Sınav Hizmetleri Genel Müdürü Bayram Çetin sempozyumda yeni liseye geçiş sistemini anlattı. Bu konuşmada zihnimizdeki bazı sorular cevabını bulurken, bazı konularda da yeni soru işaretleri eklendi. An itibariyle yeni sistemi üç maddede özetleyecek olursak;

  1. Sınav zor olacak, hız daha çok önem kazanacak, muhakeme yeteneği başrol oynayacak ve sınav sonrasında “şu konudan çıktı, bu konudan çıkmadı” muhabbetleri yapılmayacak.
  2. Sınav %10’u seçmek için yapılacak ama bu sene öğrencilerin tamamına yakını sınava girecek. Yani geleneksel hayal kırıklıkları ve gereksiz yorgunluklar bu sene de %90 oranında devam edecek.
  3. Merak ettiğimiz soruların bir kısmı sınav yapılmadan asla cevabını bulamayacak ve yeni sistem uzun vadede Türkiye için hayırlı olacak.

Kaynak: turkiyegazetesi.com.tr


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Eğitimde Zihniyet Değişimi Şart
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 7 Aralık 2018


Aylar önce İlber Ortaylı’nın bir konuşmasına katılmıştım. O konuşmada aldığım notları sekiz maddede özetledim.

Hepsi de acil zihniyet değişimi için ezber bozan, rahatsız eden, sorgulayan maddeler…

Arif olan anlar, mahir olan uygular!

***

1- Kime sorsan çocuğum doktor, avukat olacak diyor. Halbuki bir cemiyetin elit insanı her zaman iyi bir hukukçu veya doktor olmak zorunda değildir. Benim tanıdığım en elit insanlardan birtanesi bir döşemecidir mesela. Bu kişi kalfa olmak için 3 sene bir koltuğu bozup dikmiş. Talim yapmış yani.

2- Sokrates’ten itibaren insanlar anlayarak değil ezberleyerek öğrenir. Ezber eğitimin temelidir. Anlama sonra gelir. Ezbere hayır çığırtkanlığı yapanların söylemleri temelsizdir.

3- Hiçbir toplum yetenekli çocuklarını harcayacak lükse sahip değildir.

4- Türkiye’de eğitim, sosyal tırmanma için basamak olarak görülüyor. Bu zihniyet değişmedikten sonra müfredatı veya sınav sistemlerini değiştirsen ne işe yarar!

5- Herkes çocuğunu iyi okula göndermek ister. Konu eğitim olunca ideoloji arka planda kalır. Macaristan’da bizzat şahit oldum. Komünist parti üyelerinin tamamına yakını çocuklarını papaz okuluna gönderiyordu. Niye? Çünkü kaliteli eğitim istiyorlar.

6- Üniversitede İmam Hatip mezunu bir öğrencime tahtada Arap alfabesiyle Hasan yazmasını söyledim. Kalktı yazdı ama Hasan’ı elifle yazdı. Bu çocuğa kızdım. “Bu kadar sene Arapça okumuşsun, bir Hasan yazamıyorsun” diye. Sonra bir sınav yaptım. Baktım bir çocuk tam puan aldı. Fevkalade cevaplar vermiş. “Kim bu çocuk?” diye sordum. “Hasan’ı elifle yazan öğrenci” dediler. Demek ki İmam Hatip okulları fevkalade kabiliyetli adamları harcıyor diye üzüldüm.

7- Türk maarifinin en büyük zaafı nabza göre şerbet vermektir. Millet Latince istemiyor diye Latinceyi kaldırdılar. Böyle şey olur mu? Latince öğrenmeden İngilizce öğrenilir mi?

8- Osmanlıda insanlar medreseye gitmek zorunda değildi. Evde çalışan imtihana girerek diploma alabiliyordu. Şimdi eğitim mecburi oldu diye seviniyoruz. Ama iki yılda bütün lise müfredatını öğrenebilecek üstün kabiliyetli çocukları dört yıl okula mahkûm ediyoruz.

 

Kaynak: Türkiye Gazetesi


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Proje Çocukların Süper Ebeveynlerine 15 Tavsiye
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 3 Aralık 2018


1- Çocuklarınızla ilgili bütün kararları siz alıyorsanız, büyük risk alıyorsunuz demektir. Çocuğunuzla ilgili karar almak yerine ona tercih hakkı verin. Çünkü tercih hakkı verilen çocukların şikâyet etme hakkı olmaz.

2- Çocuklarınız hakkında karar alırken kendi duygularınıza değil, onların duygu ve düşüncelerine başvurun. Kendisi üşüyor diye pengueni eve alıp kaloriferin yanına oturtan adamın empati yanılgısına düşmeyin.

3- Çocuğunuzun isteklerini değil, ihtiyaçlarını karşılayın. İhtiyaç listesini oluştururken de biraz sakin olun. Valizi çok doldurup dikişleri zorlamayın. Hiç beklenmedik bir yerde patlarsa, ortalığa dağılanları toplamak uzun sürebilir.

4- Çocuğunuzu sosyal etkinlik ihtiyacınıza alet etmeyin. İki yaşındaki çocuğun doğum günü için kraliyet düğünü yapar gibi organizasyon yapılmaz! Kendiniz için yapıyorsanız sıkıntı yok. Ama “çocuğum için” diyorsanız, o partinin hiçbir anını çocuk hatırlamayacak. Paranız çoksa doğum gününde pasta bile alamayan çocukların ailelerine yardım edin.

5- Çocuğunuzun hangi deneme sınavında kaç net yaptığını ezbere biliyorsanız kendinize bir meşgale edinin. Çünkü boşta kaldıkça çocuklara yükleniyorsunuz. Çocuğun hayatına bu kadar yakından bakarsanız, resmin genelini göremezsiniz. Çocuk sizden uzaklaşmadan, siz biraz açılıp bakın.

6- Çocuğunuza “Bugün okul nasıldı?” diye sormadan önce, “Bugün nasılsın?” diye sorun. Çocuğunuz kötüyse okul iyi olsa ne yazar! Okulu hayatın merkezine yerleştirmek, çocuğun psikolojisini bozar.

7- Öğretmenleriyle, hizmet aldığınız bir şirketin müşteri temsilcisiyle konuşur gibi üst perdeden konuşmayın. Sınavdan yüksek puan alan çocuğunuzu alıp burs görüşmesine gittiğinizde, çok kıymetli malı olan tacir gibi davranmayın. Çocuğunuzu pazarlık malzemesi yapmayın.

8- Çocuğunuz okulda bir problem yaşadığında hemen koşarak okula gitmeyin. Bunlar normal ve olması gereken şeyler. Sakin olun! Problem çözme becerisi sıfır olduğu için iş hayatında başarısız olan yetişkinlerin, çocukluklarında her problemini çözmeye çalışan anne babaları olduğunu unutmayın!

9- Yetişkinlerin yaşadığı mutsuzluk ve psikolojik problemlerin temelinde “ertelenmiş tecrübeler” yatmaktadır. Çocuğunuzun ileride güçlü ve dayanıklı olmasını istiyorsanız, yoldaki tüm engelleri kaldırmak yerine, o engellerle nasıl başa çıkabileceklerini öğretin.

10- Çocuklara yapılabilecek en büyük kötülük, onları kabiliyetlerinin dışındaki alanlarda iyi olmaları için zorlamaktır. Çocuğa dayak atmakla, her konuda iyi olmasını beklemek arasında çok büyük bir fark yok. İkisi de çocuğu yaralar, öz güveni sarsar ve isyana sürükler.

11- Çocukları okuldan kursa, kurstan etüde, etütten yüzmeye, yüzmeden basketbola koşturup durmayın. Onların geleceğini düşündüğünüzü iddia ediyorsunuz ama aslında bilinçaltınızda kendi geçmişinizin yaralarını sarıyorsunuz. Bırakın sizin hayallerinizi değil, kendi çocukluklarını yaşasınlar.

12- Çocuğunuzla arkadaş olmak uğruna ebeveynlik koltuğunu boş bırakmayın. Boşluğu hisseden çocuk eğer başka bir kişiyi o koltuğa oturtursa ne koltuğun yeni sahibini ne de bu olayı kaldıramazsınız.

13- Çoluk çocuğun bizlere birer emanet olduğunu unutmayın. Onları fazla yüceltmeyin! Herkes çocuğunuzu sizin gözünüzle görmüyor. Size çok tatlı ve özel gelen hâller başkaları için gayet sıradan. O yüzden her hareketini, her sözünü anlatıp, paylaşmayın.

14- Anadolu kültüründe büyüklerin yanında niçin çocuk sevilmez diye eleştirip duruyorsunuz! Eleştirebilirsiniz ama biraz da düşünün! Binlerce yıllık bir gelenek sonucu ortaya çıkan bu davranışın ayak izlerini araştırın. Pedagojiyi sadece kitaplarda değil, yaşadığınız coğrafyadan öğrenin.

15- Bu yazı ilgisiz olmayı değil, takip mesafesini korumayı tavsiye ediyor. O yüzden çocuklarla ilgilenmediğiniz için eşiniz tarafından suçlanıyorsanız, bu veya benzeri yazıları gösterip hemen kendinizi aklamayın! Bir işe de yaramıyor zaten! Tecrübeyle sabit!


Devamını Oku
0




Eğitim.  / Mehmet Salih Uyan  / Slider
Youtube ve Okul
Salih Uyan Yayınlanma Tarihi 30 Kasım 2018


YouTube sitesinde hemen her konuyla ilgili video ders anlatımları mevcut. İsteyen bu videolardan bir tanesini seyrederek istediği konuyu öğrenebilir.

Ama öğrenci okula gidiyorsa, bunun bir sebebi olmalı.

O sebep de etkileşimdir.

Grup aktiviteleri ve etkinlik tabanlı dersler öğrenci için okula gitmenin ödülüdür. Bu yüzden dersi farklı etkinliklerle işlemek bir lüks değil, zaten olması gerekendir.

Ama bazı öğretmenler hâlâ dersini planlarken şöyle düşünüyor;

“Ben önce konumu anlatıp herkesin anladığından emin olayım. Sonra vakit kalırsa etkinlik yaparım.”

Böyle düşünen öğretmenlerin dersinde de zaten etkinliğe pek vakit kalmıyor.

Bezden kurtulmak lazım

Üç yaşına geldiği hâlde hâlâ bez kullanmaya devam eden bir çocuk düşünün. Bu çocuğun annesine şöyle diyoruz;

“Çocuğun bezini çıkarın ve ihtiyacı olduğunda tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyin. İlk birkaç gün belki kazalar olacaktır. Ama sonra çocuk bizzat tecrübe ederek tuvalete gitmesi gerektiğini anlayacaktır.”

Ama anne ısrarla şöyle diyor;

“Ben ilk önce çocuğuma ihtiyacı olduğunda tuvalete gitmesi gerektiğini anlatayım. Kesin olarak bunu öğrendiğinden emin olduktan sonra da bezini çıkarırım.”

Yani anne “Önce çocuk bu konuyu öğrensin. Etkinliği sonra yaparım” diyor.

Sonuç; çocuk altında bez olduğu için tuvalete gitmiyor. Anne de ümitle çocuğunun tuvalete gideceği günü bekliyor.

Veya üç yaşına geldiği hâlde hâlâ konuşma sıkıntısı çeken bir çocuğun babasına şöyle diyoruz;

“Akşamları çocuğunuzla oyun oynayın ve oyun esnasında bol bol sohbet edin.”

Bir hafta sonra babayla görüşüyoruz ve durumu soruyoruz.

Baba “Maalesef oyun oynamaya hiç vakit kalmadı” diyor.

“Niye?” diye soruyoruz.

“Bir haftadır her akşam çocuğumla bazı cümle kalıpları üzerine çalıştık. Özellikle teşekkür etme ve özür dileme gibi konularda bazı cümleleri öğretmeye çalıştım. O yüzden oyun oynamaya vakit kalmadı.”

Çocuğunu kucağından hiç indirmeyen bir anne, çocuğum yürüyemiyor diye şikâyet edemez. Kendi başına adım atmasına izin verirseniz, o çocuk zaten yürümeyi öğrenecektir.

Aslında mesele çok basit!

Öğretmenler öğretmeyi bıraktığı gün, öğrenciler öğrenmeye başlayacaktır.

Kiremitten baca olmaz

Andımızla ilgili tartışmaları takip ediyorum. Ve muhtevasından bağımsız olarak bazı cümlelerin papağan gibi tekrarlanmasını isteyenlerin amacını sorguluyorum kafamda.

Sabahları hep birlikte yüksek sesle tekrarlanan şeyler insanın zihniyetini veya alışkanlıklarını gerçekten etkiler mi?

Eğer olumlu bir etki yaptığı bilimsel olarak kanıtlanmışsa bu uygulamayı daha geniş bir zemine yayalım. Mesela öğretmenler de sabahları toplanıp, hep birlikte şu sözleri tekrar etsinler;

“Türk’üm, öğretmenim, çalışkanım, ilkem, çocuklarımı sevmek, müdürlerimi saymak, dersime zamanında, hazırlıklı girmektir.”

Hatta bu uygulamayı farklı sektörlere de yayabiliriz. Mesela Google çalışanları sabahları Larry ve Sergey’in önünde toplanıp, “Açtığın sitede, gösterdiğin motorda, hiç durmadan arayacağıma, ant içerim” diye bağırabilirler.

Diğer bir konu da şu; andımızdan bahsederken hep askerî zihniyet falan diyoruz ya! Askerde koşarken neler söylediğimizi hatırlamaya çalıştım. Aklıma direk şu sözler geldi;

“Sen git de ablan gelsin, yaylalar yaylalar!”

Bir de ”Kiremitten baca olmaz, piyadeden koca olmaz, alacaksan komando al” diye devam eden bir şarkı vardı.

Daha 7 yaşındayken sabahları tekrarladığım andımızın sözlerindeki ciddiyete ve ideolojik ağırlığa bakın!

Bir de 27 yaşında askerde koşarken söylediklerime…

İlkokulda hedefe durmadan yürümek, yükselmek, ileri gitmek, varlığını armağan etmek gibi ağır bir misyon…

Askerde ablalar, yaylalar, bacalar, kocalar…

Sizce de bu işte bir terslik yok mu?

Kaynak: Türkiye Gazetesi


Devamını Oku
0




1
Older Posts
  • [mnky_ads id="1416"]

  • Sosyal

    [tg_social_icons style="light" size="small"]
  • Popüler Yazılar

    • A Startling Fact about Puerto Rican Wife Uncovered

    • Denmark
    • Financial obligation management plan cap is just a Debt Management Plan (DMP)?Find out more about just exactly just how
    • What Will Female Danish Leaders Fight For In The Future?
    • 10 Baylor alumni Downtown Waco’s that is leading revitalization. Baylor professors regarding the come from all across the arts and sciences year
  • Son Yazılar

    • A Startling Fact about Puerto Rican Wife Uncovered

    • Denmark
    • Financial obligation management plan cap is just a Debt Management Plan (DMP)?Find out more about just exactly just how

  • Ana Sayfa
  • Hakkımızda
    • Gelecek Eğitimde Platformu
    • Değerlerimiz
    • Etkinliklerimiz
    • Organizasyon
    • Kurumsal Destekleyenler
    • Stratejik Çözüm Ortakları
  • Eğitim.
  • Yenilik.
  • Gelecek.
  • Yazarlar
    • Gelecek Eğitimde
    • Mehmet Salih Uyan
    • Erdinç Aydoğan
    • Cüneyt Ali Mert
    • İrfan Özfatura
    • Şaban Yılmaz
  • Bize Ulaşın
2020 © Gelecek Eğitimde Platformu
Aramaya başlamak için enter tuşuna basın